Gaia Vince – TRANSANDANS

Hani bazı kitaplar olur, arada bi’ sayfalarını karıştırıp hangi tümcelerin altını çizdim diye bakarsınız ya, hah o kitaplardan birisidir kendisi benim için. Kitapla tanışmam da kardeşim sayesinde oldu, “abi bi’ kitap çıkmış, dil mil kültür var, tam senlik heheh” diyerek önerdi, sağ olsun.

Kitabın özetini çok hızlı geçiyorum: insanlığın bu evrimsel, gelişimsel sürecini farklı bir bakış açısıyla ele alıyor, yani bu sürecimizi “Ateş, Sözcük, Güzellik ve Zaman” altbaşlıklarıyla ele alıyor. Her bir başlığı ayrıntılı yazmaktansa, direkt olarak ” Sözcük” bölümüne atlıyorum müsadenizle.

Devamını oku

Yoshinori Nagumo – Japonların Kadim Beslenme Sırrı

Merhaba,

Bu yayınımda sizlere Dr. Yoshinori Nagumo’nun Japonların Kadim Beslenme Sırrı kitabını tanıtacağım. Son zamanlarda çokça karşımıza çıkan bir kitap oldu bu eser. Açıkçası benim de sağlıklı yaşam, düzenli beslenme gibi konulara ilgim olduğundan dolayı bu eseri hemen okudum ve çok sayıda not aldım.

Japonların Kadim Beslenme Sırrı

Yoshinori Nagumo’nun bu eseri Sanayi Devrimi’nin bizlere getirdiği üç öğün yemek yiyelim alışkanlığını yıkan bir eser gerçekten. Sizlerinde bunu okurken şaşırarak hissedeceğinizden eminim.

Yoshinori Nagumo 1955 yılı doğumlu bir doktor ve 4 nesildir doktor olan bir aileden geliyor. Japonya’da özellikle anti-aging konusunda öne çıkan isimlerden birisi. Yoshinori Nagumo babasının hastalığından sonra kendisini sağlıksız bir yaşam içerisinde buluyor. Bu sağlıksız yaşam döngüsünden kurtulmak için bir çok yöntem deniyor. Sonunda da kendi yöntemini keşfediyor. Bu yöntem de günde tek öğün beslenme. Herhalde şu andan itibaren bu yöntemi de açıklamam gerekiyor belki de. Ama ben sizlerin bu kitabı heyecanla okuyacağınızı düşündüğümden bu kısmı direkt atlıyorum. Ama sadece şunu söyleyebilirim. Açlık durumunda vücut sirtuin adlı geni üretiyor ve bu gen bizlerin hücrelerini yenileme özelliğine sahip.

Japonların Kadim Beslenme Sırrı eseri 2012 yılında Japonya’da 空腹 が人を健康にする : 「一日一食」で20歳若返る! ismiyle çıkmış. Türkiye’de ise 2018 yılında Melih Yılmaz tarafından orijinal dilinden Türkçe’ye kazandırılmış ve Doğan Novus tarafından basılmıştır.

Bu eseri okurken kendim de bizzat eserinde yazdığı yöntemleri bir hafta boyunca denedim ve kendimde gözle görülür bir değişim gözlemledim. Bu yüzden sizlerin de merakla bu eseri okuyacağınızdan hiç şüphem yok. Bunun dışında Dr. Yoshinori Nagumo’nun 2018 yılında TV Tokyo kanalına yaptığı bir röportaj da mevcut. Japonca bilenler için röportajın linkini aşağıya ekleyeceğim.

Bu yayınımızda Yoshinori Nagumo’nun Japonların Kadim Beslenme Sırrı eserini aldık. Gelecek yayınlarımızda görüşmek üzere,

Hoşçakalın!

2018 yılında yapılmış röportaja aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz. http://www.tv-tokyo.co.jp/shujii/arti…

Youtube kanalımızda yukarıda okuduğunuz yazının podcastini dinleyebilirsiniz;

Haruki Murakami – Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında

Merhaba, bu hafta sizlere kişisel olarak sevdiğim eserlerden birisi olan ve Haruki Murakami’nin okuduğum ilk eseri olan Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında romanını tanıtmak istiyorum. Doğan Kitap tarafından 2007 yılında Pınar Polat çevirisi ile basılmış bir eser. Bundan önceki yayınlarımda da yazarın İmkânsızın Şarkısı ile Koşmasaydım Yazamazdım eserlerini tanıtmıştım. Bu yayınlara ve yazar ile ilgili bilgilere kitapların üzerlerine tıklayarak ulaşıp okuyabilirsiniz.

Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında

Romanın hikayesine geçmeden önce şunu belirtmek istiyorum. Bu yayınımda bir önceki yayınlarımdan farklı olarak romanı ayrıntılı olarak ele almayı düşünüyorum. Eğer romanı okuduysanız hikayeyi anlatmaya ve not almaya başlayalım isterseniz.

Romanın baş kahramanının adı Hajime ve kendisi tek çocuk. Bu durum romanda özellikle vurgulanmakta. Hajime ilkokulda kendisi gibi tek çocuk olan Shimamoto adlı bir kız ile tanışıyor. Shimamoto doğduğunda felç geçirdiğinden dolayı sol bacağı aksamakta. İkisi de tek çocuk olduğu için birçok konuda ortak noktalar buluyorlar ve birbirleriyle iyi arkadaş oluyorlar. Ancak ilkokul bittikten sonra ikisi de farklı ortaokullara gittiklerinden görüşemez oluyorlar. Yinede Hajime, Shimamoto’yu hiç unutmuyor ve onu her zaman düşünüyor. Şimdi bu noktada Hajime ve Shimamoto’nun tek çocuk olduklarını ve Hajime’nin Shimamoto’yu unutmadığını kenara not düşmenizi isteyeceğim. Devam edelim.

Hajime lise 2. sınıfta İzumi adında bir kız ile çıkıyor. Fakat İzumi’den hoşlanmasına rağmen arada sırada onu Shimamoto ile kıyasladığı anlar da oluyor. Lise 3. sınıfta Hajime, İzumi’nin kuzeni ile birlikte olunca İzumi ile ayrılıyorlar. Tabiki İzumi bu olaydan derinden etkileniyor. Sonra ise Hajime üniversiteye giriyor ve mezun olduktan sonra da bir şirkette çalışmaya başlıyor. Bu kısmın romanın çözümlenmesi noktasında önemli olduğunu düşünüyorum. Hajime hayatının bu döneminde sürekli tek başına zaman geçiriyor ve bazen İzumi ile Shimamoto’yu düşündüğü de oluyor. İşte bugünlerden birisinde Hajime Shimamoto’ya benzeyen, sol ayağı aksayan bir kadın görüyor ve onu takip ediyor. Kadını takip ederken bir erkek Hajime’yi kolundan tutup kadının peşini bırakmasını isteyip ona içinde para olan bir zarf veriyor. Şimdi bu para dolu zarfı kenara not almanızı isteyeceğim.

Bu olayın üzerinden uzun bir süre geçtikten sonra Hajime, Yukiko adında bir kadın ile tanışıp onunla evleniyor. Sonrasında Yukiko’nun ailesinin desteğiyle de bir caz bar açıyor. Herhalde bu kısım hepimize tanıdık gelmiştir. Haruki Murakami gerçek hayatında da caz bar işletmiş birisi çünkü. Hajime’nin bar açtığını duyan eski bir arkadaşı onu ziyarete geliyor ve o sırada İzumi’den bahsedip onun kötü bir durumda olduğunu anlatıyor. Bu noktada Hajime’nin İzumi’nin bu durumundan kendisini suçlu hissetmeye başladığını da söyleyebiliriz herhalde. Daha sonra bir gün bara Shimamoto çıkageliyor ve zamanında takip ettiği kadının da kendisi olduğunu söylüyor. Üç ay sonra Shimamoto tekrar bara geliyor ve ondan sonra Hajime ile Shimamoto birçok kez buluşmaya başlıyorlar. Ancak Shimamoto yine ortadan kayboluyor. Bir süre sonra Shimamoto tekrar çıkageliyor ve Hajime’ye küçükken birlikte dinledikleri plağı hediye ediyor. Hajime plağı dinlemek için Shimamoto’yu yazlığına davet ediyor. Orada birbirlerine aşklarını itiraf ediyorlar ve birlikte oluyorlar. Sonrasında Hajime, Shimamoto’dan kendisi ile ilgili her şeyi anlatmasını istiyor. Fakat Shimamoto her şeyi anlatacağını söylese de ertesi gün çekip gidiyor. Üstelik hediye ettiği plak da yok oluyor. Son olarak plağın yok olduğunu da kenara not almanızı isteyeceğim.

Hajime kafası karışmış bir şekilde eve dönüyor ve ondan şüphelenen karısı hayatında başka bir kadın olup olmadığını soruyor ona. Hajime de bunu kabul ediyor. Bu sırada Hajime Shimamoto’nun birden bire yok olmasının nedenini de sorguluyor ve o anda içinde para olan zarfı hatırlıyor. Ancak her yeri kontrol etmesine rağmen zarfı bulamıyor. Bu da onun oldukça kafasını karıştırıyor. O anda kendisini dışarı atıyor ve taksinin içerisinde İzumi’yi görüyor. Zamanında İzumi’yi derinden incittiği aklına geliyor. Romanın tam olarak bu sahnesinde Hajime’nin geçmişle yüzleştiğini görüyoruz aslında. İlerleyen zaman ile birlikte Hajime yavaş yavaş normal hayatına dönüyor. Shimamoto’yu da unutmaya başlıyor haliyle. Romanın sonunda da Yukiko ile konuşup yeni bir hayata başlamaya karar veriyorlar. Roman burada sona eriyor.

Şimdi biraz çözümleme yapalım. Bu romanı okurken genellikle çoğu okur Shimamoto karakterinin gerçekte var olup olmadığını çok fazla düşünmeyebilir. Ancak ben yukarıda size not aldırdığım yerlerden yola çıkarak, ki bunlar da çok net kanıtlar değil ama, Shimamoto karakterinin gerçekte var olmadığını düşünüyorum. Hajime’nin tek çocuk olmaktan kaynaklanan yalnızlığını çocukluğunda kendi kafasında karşı bir cins yaratarak telafi ettiğini düşünüyorum açıkçası. Bu düşüncemi de para dolu zarfın ve plağın gerçekte olmaması hatta Shimamoto’nun başkalarıyla iletişime geçtiği bir sahnenin de olmaması ile kendimce kanıtlayabiliyorum. Romanı derinlemesine okuyanların bu konudaki düşüncelerini de duymak istiyorum açıkçası. Konu ile ilgili yazının altına yorum yapabilirsiniz.

Roman ile ilgili yazmak istediğim daha birçok konu var ama bunu da yorumlar kısmına saklayayım şimdilik.

Bunu da Haruki Murakami’nin Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında romanını ele aldım. Gelecek yayınlarda görüşmek üzere.

Youtube kanalımızda yukarıda okuduğunuz yazının podcastini dinleyebilirsiniz;

Haruki Murakami – İmkânsızın Şarkısı

Merhaba, bu yayınımda geçen hafta sizlere tanıttığım Haruki Murakami’nin farklı bir eserini ele alacağım.

Orijinal ismi ノルウェイの森 olan ve Türkçe’ye İmkânsızın Şarkısı olarak çevrilen eserini sizlere tanıtmak istiyorum. Japonya’da 1987 yılında 2 kitap olarak yayınlanmış olan İmkansızın Şarkısı Türkçe’ye Nihal Önol tarafından kazandırılmış ve Doğan Kitap tarafından 2004 yılında yayınlanmıştır. Ayrıca yazarın bu romanı sinemaya da uyarlanan ilk eseri olma özelliğini de taşımaktadır. Bunun dışında Haruki Murakami ile ilgili bilgi almak için Koşmasaydım Yazamazdım yayınıma da göz atabilirsiniz.

İmkânsızın Şarkısı bize belki de hatırımızdan yavaş yavaş silinen yıllar önce yaşadığımız tüm tecrübelerimizi farkında olmadan hatırlatan ilginç bir eser diyebilirim. Watanabe’nin başından geçen kederli ve koygun geçmişini dinledikçe daha çok meraklanıyor ve onun anılarını kafamızda canlandırırken Naoko’yu, Kizuki’yi, Nagasawa’yı ve diğer arkadaşlarını tanımaya başlıyoruz. Roman bizi bir şekilde kendisine bağlıyor ve sanki en yakın arkadaşımızın tecrübelerini dinliyormuş havası yaratıyor.

Üniversiteye girdiği yaklaşık 20 yıl önceki anılarını ve daha öncesini bize aktarmakta olan Watanabe, yaşadığı bu deneyimlerini henüz ergenlik çağına yeni girmiş bir erkeğin bakış açısı ile bize anlatmakta. İçinde yaşadığı sevgi, aşk gibi kavramları, tecrübe ettiği üniversite hayatını, yaşadığı cinsellik deneyimlerini ve onlarca tecrübesini bize akıcı bir dil ile hissettirmekte. Romanın 60’lı yılların sonu ile 70’li yılların başında geçmesi de bize sanki her açıdan romanı farklı bir göz ve duygu ile okumamız gerektiğini hissettiriyor.

Cevabını sabırsızlıkla ve heyecanla beklediğimiz mektup yazışmaları, sesini duymak ya da görmek istediğimiz bir kişiye her dakika ulaşamayışımız romanı güzelleştiren detaylardan bazıları diyebilirim. Çok ilginçtir ki roman ile ilgili söylenebilecek daha onlarca cümle varmış gibi hissetmeme rağmen nedense daha fazlasını şu an için söyleyemiyorum. Fakat Watanabe’nin tecrübelerini dinlemeniz sizi mutlaka farklı bir dünyaya götürecek ve hatta bir film izlediğinizi düşüneceksiniz.

Yayınımı sonlandırmadan önce şunu da eklemek istiyorum. Kitabın da adını aldığı Beatles grubunun Norwegian Wood şarkısını dinlemeyi unutmayın.

Gelecek haftaki yayınımda görüşmek üzere.

Hoşçakalın!

Youtube kanalımızda yukarıda okuduğunuz yazının podcastini dinleyebilirsiniz;

Haruki Murakami – Koşmasaydım Yazamazdım

Merhaba, bu hafta sizlere son zamanlarda oldukça ün kazanan ve Türkiye’de büyük bir popülarite yakalayan Haruki Murakami’nin Koşmasaydım Yazamazdım eserini tanıtacağım.

Haruki Murakami ile tanışmam lisans yıllarında oldu. Yaklaşık 5 yıl önce Japon Edebiyatı dersinde günümüz Japon yazarlarını araştırırken Murakami’ye rastladım. Hakkındaki yazıları ve yorumları okuduktan sonra birkaç kitabını okumaya karar verdim. Fakat sadece Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında kitabını okuyabildim o zamanlar ki o da ödevim olması sebebiyleydi. Daha sonra da birkaç kitabına daha göz gezdirebildim.

Haruki Murakami 1949 yılında Kyoto’da doğmuş. Yüksek Öğrenimini Vaseda Üniversitesi’nde tamamlamış ve eşi ile de burada tanışmış. Mezun olduktan sonra ikisi birden 7 yıl boyunca bir caz kulübü işletmişler. İşte bu dönemde Haruki Murakami 風の歌を聴け (Rüzgarın Şarkısını Dinle) isimli ilk romanını yazar ve yazarlık serüveni de burada başlar. Ancak bu hafta sizlere Haruki Murakami’nin bir romanını değil, kendisini anlattığı bir eserini tanıtacağım: Koşmasaydım Yazamazdım.

Koşmasaydım Yazamazdım eserini okumaya başladığınız an, Haruki Murakami’nin ilginç hayatına adım atıyorsunuz desem yerinde olur herhalde. Çünkü bu eser Haruki Murakami’nin kendisi ile ilgili ilk deneme ya da hatırat yazısı da diyebiliriz. Ki bundan kitabın birkaç yerinde de bahsetmekte. Açıkçası şunu söylemeliyim; Koşmasaydım Yazamazdım gelecekte roman yazarı olmak isteyen ve bu işi yaparken sağlıklı yaşamayı planlayanların başucu rehberi olabilecek ya da tam tersi bu ikisine hayranlık beslememizi sağlayacak bir eser kesinlikle. Ne yalan söyleyeyim kitabı okuyuncaya kadar Haruki Murakami’nin uzun maraton koşucusu olduğunu hiçbir yerde okumamıştım. Kitabı okumaya başladıktan sonra beni şaşırtan ilk gerçek bu oldu. Diğeri ise Murakami’nin maratona hazırlık olsun diye bir gün içerisinde 100 km koşmuş olmasıydı. Okurken nedense gözümde canlandıramamıştım bu olayı ki ileriki yıllarda triatlon yarışmalarına da katılması beni hiç şaşırtmadı desem yeridir.

Koşmasaydım Yazamazdım eserini okurken vücut yapısı ile ilgili güzel benzetmelere ve yaşam ile ilgili yorumlarına da denk geliyorsunuz Murakami’nin. Bu yorumlarının içerisinde de beni en çok sorgulatan ve etkileyen cümlesini sizinle de paylaşmak istiyorum.

İnsanın aklındakiler, vücudun ölümüyle birlikte öylece, hiçbir şey olmamış gibi yok olup gidiyor mu acaba? s.77

Eseri okurken birçok müzik ve sanatçı ismi ile de karşılıyorsunuz. Bu da sizin bu alandaki kültürünüzü de az çok geliştiriyor diyebilirim. Koşmasaydım Yazamazdım eseri Türkçe’ye Hüseyin Can Erkin tarafından çevrilmiş ve Doğan Kitap tarafından yayınlanmıştır. Eserin kapağı da çok hoş bir renk harmonisinden oluşmakta.

Bu hafta sizlere Haruki Murakami’nin Koşmasaydım Yazamazdım eserini tanıttım. Gelecek hafta görüşmek üzere.

Youtube kanalımızda yukarıda okuduğunuz yazının podcastini dinleyebilirsiniz;